30 Ocak 2015 Cuma

Happy Weekend...


Ohhh... mis gibi geçti diyeceğiniz,
yeni yerler keşfedeceğiniz...
yeni tatlar deneyeceğiniz...
yeni şeyler öğreneceğiniz...
  harika bir hafta sonu diliyorum.
Sevgiler...

26 Ocak 2015 Pazartesi

Bir Kitap - Bir Film...

 Hani geçenlerde yazdım  buraya, okuduğum bir kitap ya da izlediğim bir film yoluma başka bir kitap ya da filmi çıkarıyor diye işte öyle bir şey oldu yine.O yüzden ikisinden birden bahsedeyim dedim.Önce kitabı anlatayım size.


Bu yılın ilk kitabı şöyle kafa yormayan sıcak bir hikaye olsun diyerek seçilen Gündüzsefası'ydı.Klasik bir Sarah Jio kitabı.Olaylar iki zamanlı ilerliyor .Günümüzde kahramanımız Ada,geçmişte ise Penny.

Ada Santorini, yaşadığı ağır olaylardan uzaklaşmak için Seattle 'a gelen bir editör ve acılı bir kadın,bir anne.Seattle'da yüzen evlerin bulunduğu Tekneler Caddesine yerleşiyor. - Cahilliğime verin ben yeni duydum bu yüzen evleri.Hemen girdim araştırdım vay be neler varmış neler dedim,bir tane de fotoğraf iliştirdim sizin için:)Nasıl güzel bir yer değil mi -

(Seattle, Union Gölü)

Neyse kitaba dönüyorum hemen.
Ada, kiraladığı evde yıllar önce bir kadının kaybolduğunu duyunca merak ediyor hikayeyi.Ama kimse bu konu hakkında konuşmak istemiyor.Penny'nin kaybolduğu gecede orada olanların ettiği bu yemin ,bu  olayı daha da merak etmesine neden oluyor .Derken evde bir sandık buluyor ve Penny'nin hikayesi başlıyor.

Penny 1950'lerde yaşamış genç ve güzel bir kadındır.Ve kendinden yaşça büyük olan  yakışıklı ressam  Dex ile evlidir.Dışarıdan sorunsuz güzel bir evlilik gibi görünen bu birliktelik aslında Penny'nin yalnızlığından başka bir şey değildir.Penny 'nin bu yalnızlığına ise Collin ortak olmaktadır.Ama hayat Penny'nin istediği gibi gitmez ve Collin ile ayrıldıkları gece sır gibi
 ortadan kaybolur.

Bu hikayeyi araştırırken Ada'nın yalnızlığına ortak olan Alex var bir de.Alex  savaş bölgelerinde uzun yıllar görev yapmış ve bozulan psikoloji ile Seattle'a Tekneler Caddesine  sığınmış  bir adam.Gazetecilik ruhu ile geçmişi araştırırken Ada'ya yardım ediyor,bir yandan da  kendi geleceklerine şekil verip Ada'yı hayata döndürüyor.

Ve kitabın düğümünün çözüldüğü, Ada,Alex ve Penny'nin kaderini birleştiren sırların açığa çıktığı bir son bekliyor sizi.Güzel bir hikaye,akıcı bir dil.
Sıkılmadan okuyacağınıza eminim.



Şimdi sıra geldi filme.Dedim ya bu yüzen evler ilk defa duyduğum bir yer.Kahramanımız da ben gibi yabancı olunca kitapta bir karakter  biraz bilgi veriyor.Ve hatta Meg Ryan ve Tom Hanks'in oynadığı bir filmden bahsediyor.O filmden sonra iyice ünlendi çok ziyaretçi geldi çekildiği eve diyor.Yüzen evlerde geçmesi bir yana Tom Hanks ve Meg Ryan olur da izlenmez mi, hemen not aldım ,hatta kitabın bittiği akşam izledim.


Filmin adı Seattle'dan Uykusuz ama türkçeye Sevginin Bağladıkları olarak çevrilmiş.
1993 yapımı bir film ve romantik komedi tahmin ettiğiniz gibi.

Konusuna gelince,Sam (Tom Hanks )eşini kaybetmiş bir adam.Yaşadığı şehirden ve bu acıdan uzaklaşmak için Seattle'a geliyor.(Konu ne kadar tanıdık değil mi)

Fakat hayatlarında pek bir şey değişmeyince büyümüş de küçülmüş oğlu devreye giriyor.Bir akşam bir radyo programını arayıp babasının durumunu anlatıyor.Sam müdahale etmek için telefonu alınca radyo spikerinin sorusuyla kendisini ve ölen eşini anlatmaya başlıyor.Anlattıkları Annie (Mag Ryan ) de dahil olmak üzere tüm kadınları etkiliyor ve Sam'e  mektup yağmaya başlıyor.Seattle'dan Uykusuz bir anda tüm kadınların kahramanı oluyor.

Annie ise okuduğu izlediği tüm romantizmi gerçek hayatta arayan bir kadındır ve o sıralar evlenmek üzeredir.Yüzünü bile görmediği bu adamdan fazlasıyla etkilenmiş ve aradığım,beklediğim ya oysa soruları ile boğuşmaktadır.

Nostalji yapmak ve hoşça vakit geçirmek istiyorsanız ve içinde biraz komedi, biraz da romantizm olsun diyorsanız bu film işinize yarar bence.İzlemediyseniz not alın bir yere.

Mutlu geçsin haftanız.
Keyifli okumalar ve iyi seyirler...






19 Ocak 2015 Pazartesi

Cam Güzeli...

Bir evi güzel, çekici kılan en önemli şeylerden biri  pencerenin önüne oturduğunda gördüğün manzaradır bana göre.İnsana huzur veren şeylere açılsa keşke tüm pencereler.Mesela denize baksa evimiz, açınca pencereyi mis gibi iyot kokusu doldursa tüm evi.Ya da yemyeşil bir bahçeye baksa.Sabah olunca çalar saat değil ağaçta şakıyan kuşlar uyandırsa bizi.
Bir de pencerenin  önü geniş  olsa,önünden çiçekler ,kitaplar eksik olmasa
 ne güzel olurdu değil mi...
Hayaller ,hayaller,hayaller...
Pazartesi ya ondan bu haller.

 
 
  

 

Mutlu ve huzurlu geçsin haftanız.

14 Ocak 2015 Çarşamba

Umutsuz- Colleen Hoover

Çantamda bir ajandam vardır içinde de ne ararsan tabi.Yazılar,notlar,tarifler,tarihler vs.
Ama şimdi o kısım değil anlatacağım.Bir bölüm var içinde okunacak  kitaplar,izlenecek filmler diye not aldığım.Bazen bir filmde duyduğum kitabı,bazen kitapta okuduğum filmi not alıyorum.Bugün bahsedeceğim kitabı nereden duydum not aldım bilmiyorum.Bazen de o kitapla ilgili  okuduğum ama sonra hatırlamadığım cümle nedeniyle giriyor sıraya.Neyse uzattım işte öyle bir kitap bu bahsettiğim.Adı Umutsuz...
Belki de adı ilginç geldi.Dün başladım aynı gün içinde bitti.Başlarda çabuk bitsin bu ne böyle diyerek bırakmadım, bırakırsam dönüp bakmam gibi geliyordu.Gerçekten hayal kırıklığına uğramıştım,liseli kitabı gibi çıktı diye.Gençlerin aşk hayatı,kaprisleri,barışmaları şeklinde ilerliyordu ve hiç de zaman ayıracak kitap gibi gelmiyordu.Ama not aldığıma göre bir beklentim vardı sanırım bir kırılma noktası bekliyordum ve o an geldiğinde ağzım açık kaldı ve hikaye lise aşkı olmaktan çıkmıştı ve yüreğim acıyarak okudum geri kalanını.
Evet bu kitap yalın bir aşk hikayesi değil ,hayatın acımasız gerçeklerini tokat gibi insanın yüzüne çarpan bir hikaye.Sky'ın hikayesi,ya da Hope demek daha doğru sanırım.Ve bir de Holder var Sky için yüreği aşk ile çarpan.Genç kız olsam  hayallerimi süsleyecek kadar müthiş olan Holder :)

Her iki karakter de aslında çok sevimliydi ama bir o kadar da sır dolu.Birbirlerini tanıdıkça kapıların aralanacağını ve geçmişin ikisini birbirine daha çok bağlayacağını bilmiyordum . Sky ve Holder'ın gerçekleri bana çok ağır geldi ve eminim okuyan herkesi etkileyen kısmı burasıdır.
Ve tabi Sky'ı evlat edinen annesi Karen.Sonucu ne olursa olsun Sky için aldığı kararlar.
Ve bu iki kadını birleştiren ortak kader.

Başta dediğim gibi ilk yarattığı izlenim genç edebiyatı ya da lise aşkını anlatan bir aşk romanı gibi.Ama altından çıkan gerçekler öyle hafif ,kolay unutulur olaylar değil malesef.
Sky'ın hikayesinin sonuna geldiğinizde keşke başta okuduğunuz o umarsız,havalı ,uçarı kız olarak kalsaydı diyeceksiniz eminim.Hiç kimse onun yaşadıklarını yaşamamalı.

Kitap okumak müthiş bir keyif.Her hikaye sizi alıyor bambaşka yerlere götürüyor.
Bambaşka insanların hikayelerine ortak oluyorsunuz ama bazen keyifle değil yüreğiniz taş gibi olmuş,gözünüzde akmayı bekleyen bir yaş ile dönüyorsunuz o yolculuktan.
Bu kitapta çıkılan yol ,öğrenilen gerçeklerden sonra pek iyi gitmiyor.Yine de sonuca katlanırım,ağlasam da okurum diyorsanız hiç durmayın bence.

Keyifli okumalar...


9 Ocak 2015 Cuma

Ev Keyfi...

Bu soğuklarda hafta sonu yapılacak en güzel şey ev keyfi gibi geliyor  bana.Ya da kar tatili yapan çocukları çok kıskandım ondan olabilir.Yok yok severim ben evde keyif yapmayı,güne mis gibi bir kahvaltı ile başlamayı,garfield gibi o koltuk senin bu koltuk benim yatmayı,evi mis gibi kek kokutmayı,mutfakta saatler geçirip yorulmayı ,kitap okumayı,patlamış mısır eşliğinde film izlemeyi ve son olarak ne çabuk bitti diye söylenmeyi...Kısacası hep severim ,hep özlerim evi.
O yüzden tam keyfime göre görseller seçtim.Şimdiden hayallere dalayım diye.

 
 
Bu fotoğrafta kuaförden çıkmış gibi saçlarıyla  ve dört çocuğa rağmen dağılmamış bir eve,  huzura ,keyfe sahip bu anneyi  tebrik ediyorum.Biz bir tane ile ancak sağlıyoruz.-

Dilediğinizce keyfini çıkaracağınız harika bir hafta sonu diliyorum.
İster evde,ister gönlünüzün istediği yerde.
Sevgiler...





8 Ocak 2015 Perşembe

Kafamda Bir Tuhaflık - Orhan Pamuk

Acabalar içinde aldım bu kitabı ama çok şükür korktuğum gibi çıkmadı.
Ben Orhan Pamuk okumaya yıllar önce ilk Benim Adım Kırmızı kitabı ile başlamıştım.Arkadaşım hediye etmişti hatta.O kitap beni bir yormuş, bir sıkmıştı anlatamam.Belki hazır olmadığım bir zamanda okudum bilmiyorum ama yarım da bırakamadım kitap bitti ben bittim resmen.Sonra yine bir cesaret Masumiyet Müzesi'ni aldım.O kitap da çoğu kişiyi yormuş öyle duydum ,ay baydın Kemal diyenden geçilmiyordu ortalık ama ben sevdim hem kitabı hem Kemal ile Füsun'un aşkını.Altı yıl geçmiş üstünden şimdi son okuduğum roman üzerinden karar verip aldım Kafamda Bir Tuhaflık kitabını.Bu defa hızlıca  bitiverdi.Ama gel gör ki  yazmamışım buraya.
Halbuki sıcağı sıcağına yazmak ,okurken hissettiğin duyguları aktarmak en iyisi ama unutuyor insan.Dışarıda yağan karı bakıp, ahh ahh evde olmak, kitap okumak vardı derken aklıma geldi.
Dur hemen yazayım dedim bu defa da konuya giremedim iyi mi.Neler anlatıyorum neler...

Bu kitabın yanına en çok boza yakışırdı ama ,
o sırada sokaktan geçen bir Bozacı Mevlut yoktu...


Kafamda Bir Tuhaflık bozacı - başta yoğurtçu - Mevlut'un hikayesi .Mevlut üzerinden ülkemizin yakın tarihini anlatan belgesel tadında ama eski Türk filmleri kadar sıcak bir hikaye .İstanbul'a göçün ve o göçün kaçınılmaz sonuçları olan çarpık yapılaşmanın anlatıldığı, İstanbul'a tutunmaya çalışanların hayatlarına ,onlardan birinin hayatı üzerinden bakmak gibi bu kitabı okumak.Dediğim gibi çoğu yerde eski Türk filmlerine gitti aklım.Ne alaka diyeceksiniz ama en çok Türkan Şoray'ın Sultan filmi geldi gözümün önüne.Gecekondu mahallesi,briketten tek göz odalı evler,çamurlu sokaklar,üç kağıtçı muhtar ,muhtardan alınan bir parça kağıt ile çevrilen arsalar 
ve daha niceleri.

İşte böyle bir mahallede bir evi daha doğrusu tek göz gecekondusu var yoğurtçu Mevlut ve babasının .Mevlut yoğurt satan babasının yanında çıraklık yaparak başlıyor  hayatı ,insanları ve İstanbulu'u tanımaya.Hayat sokaklarda akarken okula gitmek zor geliyor ve bırakıyor okulu.Gençliği ülkemizde siyasi olayların yoğun olduğu döneme denk gelse de sahip olduğu kişilik el vermiyor daha fazlasını yapmaya ve uzak duruyor bu olaylara.Herkesi seven yüreği bir gün uzaktan gördüğü bir kıza tutuluyor.O kıza üç yıl boyunca mektup yazıyor.Sonra kızı kaçırıyor ve bir tuhaflık hissediyor bu işte.Çok mutlu da olsa yıllarca kafasında bu tuhaflık ile geziyor sokakları.Zaten en çok sokakları seviyor Mevlut.Kimsesiz sessiz sokaklarda dinliyor en çok içindeki sesi.Aşkta niyet mi önemli kısmet mi sorusuna cevap arıyor  sürekli.

Zaman akıyor, yıllar geçiyor, İstanbul değişiyor ama bir tek Mevlut değişmiyor sanki.
Yazarın dediği gibi okuyunca ,tanıyınca çok seviyor insan Mevlut'u.Hatta sonunun değişmeyeceğini bilsen de hep kitabın bir yerlerinde hah  bu defa daha iyi olacak her şey diyor insan.Bu işi kotaracak  ve daha iyi yaşayacak Mevlut diyorsun.
Yoksulluğuna üzülüyor,mutluluğuna ,yitirmediği umuduna seviniyorsun.
Etrafındakilerin kurnazlığına şaşıramıyorsun malesef.

Tavsiye eder miyim evet ederim.
Hem Mevlut'u hem hikayesini seveceğinize eminim.
Keyifli okumalar...




6 Ocak 2015 Salı

Let it Snow...

Gece kaç defa kalktım dışarı baktım bilmiyorum.Akşam okullar  tatil oldu diye duyunca  iyice havaya girdim.Sabaha bembeyaz bir örtü karşılar bizi diyordum ama olmadı.Şu saat olmuş iş yerinde gözüm sürekli pencereye kayıyor.Biliyorum kar tatilde  güzel,evde güzel,İstanbul'da yollarda tam bir çile ama yine de çocuklar gibi bekliyorum yağmasını.Lapa lapa kar altında yürümeyi kardam adama dönüşmeyi,kar topu oynamayı ve hatta-belki bu kardan bile uzak bir hayal şehir hayatında ama-kızakla kaymayı çok özledim.Şimdilik beklemedeyim,beklemedeyiz.
O zamana kadar yine pinterest yetişsin imdadımıza o vakit.
Kışı,karı sevdiren,hatta içinde yer almak isteyeceğimiz fotoğraflar var sırada.
Sıcak çayınızı,kahvenizi,ya da çikolatanızı aldıysanız  başlıyorum...




 

 
 

 




pinterest