31 Ağustos 2015 Pazartesi

Nietzsche Ağladığında-IRVIN D.YALOM



Okuyup bitireli aylar oldu ama iş yazmaya gelince bir türlü geçemedim klavye başına.Halbuki ne çok sevdim ne çok yerin altını çizdim,ara ara açtım tekrar okudum sevdiğim cümleleri ama buraya aktarmak bu güne kısmetmiş.


Yoğun ve sürükleyici bir düşünce romanı Nietzsche Ağladığında.
Kendimle ilgili sorgulamayı en çok yaptığım romanlardan biriydi sanırım .Kahramanlar anlattıkça ben de satır aralarında kendimi buldum sanki.
Peki kimdi kahramnalar...
Nietzsche ve ondaki ümitsizliği tedavi edeceğini ümit eden teşhis dehası Dr.Breuer.
19.yy'ın sonlarında henüz psikoanalizin doğumu arifesinde Viyana'da yaşanıyor hikaye.

Nietzsche,henüz iki kitabı yayınlanmış ama kimsenin tanımadığı bir filozof.
Hiçbir yere ait değil,başıboş,üniversiteden uzaklaştırılmış,yaşadığı hastalıklara müteşekkir,yalnızlığı seçmiş,acıları ile barışmış,ihaneti tatmış,tek mal  varlığı elindeki valizi ve  kafasındaki düşünceler,yazdığı kitaplar olan bir ümitsiz.

Dr.Breuer ise efsanevi bir teşhis dehası,Psikoanalizin ilk kurucularından,tüm Avrupalı sanatçı ve düşünürlerin kapısını çaldığı,evli ,beş çocuk babası ,herkesin gıpta ettiği zengin bir doktor.Ama hayatı boyunca sahip olduklarının arasında kendini sıkışmış hissediyor.
Ve bir de Freud var ki o daha genç,toy ama geleceği parlak bir doktor.

Nietzsche ve Dr.Breuer'in yolları Salome adında genç,güzel ve özgür bir kadın sayesinde keşisir.Hesapta Dr.Breuer Nietzsche 'nin ümitsizliğini tedavi edecekken -ki bu durumdan Nietzsche'nin haberi yoktur- Nietzsche Dr.Breuer 'e yardım etmeye başlar.Böylece kimin doktor kimin hasta olduğunun karıştığı bir süreç başlar.

Ve bu süreçte,bu hasta doktor sohbetinde altı çizilmiş bir sürü cümle kalır bize de...

''Çocuklarınızı yetiştirebilmeniz için önce kendinizi yetiştirmeniz gerekir.Aksi halde hayvani ihtiyaçlarınız ya da yalnızlığınız ya da içinizdeki boşlukları doldurmak için çocuk sahibi oluyorsunuz demektir.Görevimiz kendimizin kopyası değil,daha yüce bir şey yaratmak ,bir yaratıcı yaratmak olmalı.
***
''Kimler daha rahat,kimler sonsuza dek mutludur? Yalnızca sığ zihinli olanlar,yani sıradan insanlar ve çocuklar!''
***
''Ruhunda sükunete kavuşmak ve mutlu olmak isteyenler inanmalı ve iman etmelidir,ama hakikatin peşindeki insanlar iç huzurundan vazgeçip yaşamlarını bu sorgulamaya adamak zorundadır.''
***
''Eğer sizi kimse dinlemiyorsa, bağırmak en doğal şeydir.''
***
Toprak ne kadar zengin olursa,orada bir şey yetiştirememen de o kadar affedilmez olur.''
***
''Biriyle tam bir ilişki kurabilmen için önce kendinle ilişki kurabilmelisin.''


Her biri birbirinden değerli cümleler ile insan kendi hayatının sorgulamasına girişiyor.Ama öyle bir yer geliyor ki sorgulamalarından çıkan sonuçla ne yapacağını şaşırıyorsun.Ve işte o zaman öyle bir sonuca varıyorlar ki sen de evet işte bu derken buluyorsun kendini.
''Yazgını seç,yazgını sev''

Hayatımızı böyle oldu değil,  böyle istedim diyerek yaşamak kadar mutlu , huzurlu bir şey olmasa gerek.İşte ben de bu huzurla kapadım kitabı.

Şimdi de aynı huzurla ve gönül rahatlığıyla size tavsiye ediyorum.
Mutlaka ama mutlaka okuyun bu kitabı.

Keyifli okumalar...

25 Ağustos 2015 Salı

Eski Bir Ahırdan Sıcak Bir Yuvaya...

Bu tip evleri ilk gördüğüm zaman hemen aklıma eski hali ,eski hikayesi düşüyor.Sanki onu öğrenmezsem baktığım fotoğraflarda gördüklerim eksik kalıyor gibi hissediyorum.Mesela ,bu güneşi emen, sarı ışıklar ile içimi daha da ısıtan evin eskiden bir ahır olduğunu öğrendiğim an tüm duyularım harekete geçiyor adeta.Baktığım dekorun ardını görmek istiyor gibi tarıyorum etrafı.Bu, fotoğraf karelerine bakarken hissettiğim bir şey ,kim bilir içinde gezsem nasıl hissederim diye düşünmeden edemiyorum.

Bir yaşam alanını restore etmek çok başka ama beni asıl heyecanlandıran bu tip farklı alanların yaşam alanına çevrilmesi oluyor.Ya bir ahır,ya bir samanlık,ya da eski bir fabrika gün geliyor eski görevinden bambaşka bir alana hizmet etmeye başlıyor ve hatta canlanıyor, ete kemiğe bürünüyor. Düşünsenize ,içinde samandan başka bir şeye yer yokken şimdi mutlu insanların şen kahkahaları yükselecek ,mutluluk ya da bazen hüzünden akan gözyaşlarına tanık olacak o duvarlar.
Hayat olacak kısaca içinde,hareket olacak,hikayeler olacak...
Bu kadar yazdıktan sonra ne kadar sevdiğimi anlamışsınızdır.Umarım sizin de içinizi ısıtır bu ev tıpkı camlarından giren sarı sıcak gibi...

 


 elmueble

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Şeftalili Crumble Bar...

Bu yaz mevsim meyvelerinden yapılan tatlıları boynu bükük bırakmadım diyebilirim.Tabi daha sırasını bekleyenler var ama dediğim gibi sadece sırasını bekliyorlar.Yapılacak ve afiyetle tüketilip,bana kilo olarak geri dönecekler elbette:)

Bugün ki muhteşem tatlı yazın en güzel meyvelerinden biri ile yapıldı.
Nefis bir tarif.İçindeki mis kokulu şeftalileri mi söyleyeyim yoksa kıtır kıtır hamurunu mu anlatayım bilmiyorum.Henüz ılıkken bir top vanilyalı dondurma ile servis ettiğiniz takdirde size harika dakikalar yaşatacağından veya  ikram ettiğiniz kişilerden tam not alacağınıza eminim.


Altta hamur,üstte kıtır kıtır bir hamur ve arasında karamelize şeftaliler ile insanın başını döndüren bu tarif  Sevgili Damla'dan.

Bu tarifi sevgili Zeynep yapmış ve instagramda paylaşırken  mutlaka yapmalısınız diye ısrar etmişti:)Gerçi benim tatlı konusunda hiç bir zaman ısrara ihtiyacım olmasa da paylaştığı fotoğrafın cazibesi sayesinde yapımını öne aldım ve iyi ki yapmışım dedim.Ve şimdi de ben ısrar ediyorum.Şeftaliler bitmeden,yaz yerini sonbahara vermeden yapın ve yiyin mutlaka.
Bu kadar ısrara kayıtsız kalamayacağınızı düşünüyor ve şimdiden afiyet olsun diyorum.

...Sevgiyle ve mutlu kalın...

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Flipped...

Bittikten sonra keşke bitmeseydi dediğimiz filmler vardır ya hani,yüzümüze yayılmış tatlı bir gülümseme ile izlediğimiz,basit ama sıcacık hikayeleri olan...işte bugün bahsedeceğim film tam da bu anlattığım gibi .

2010 yapımı dram-komedi ve romantik tarzı bir film FLIPPED
Basit,sıcak, masumane bir ilk aşk filmi.
Üstelik bu aşkı iki tarafın gözünden anlatan ve bu yönüyle yüzleri gülümseten bir hikaye.



Kısaca konusuna gelirsek ;Küçük  Julie ,Bryce'ın mahalleye taşınması ile ilk aşkını tatmış olur.Ancak durum Bryce için aynı değildir.Utangaç ve sıkılgan olan Bryce ,Julie'nin ısrarı ve hayırdan anlamamasına çok sıkılır ve ondan köşe bucak kaçar.Aradan geçen altı yıl boyunca işler daha da zorlaşır ,çünkü artık ergenlik çağına girmişlerdir.Zaman zaman birbirlerinde uzaklaşsalar da aralarındaki bağ hep devam etmektedir.

Yalnız bu film çocukça bir ilk aşk filmi ,bana hitap etmez diye düşünmeyin .Çünkü filmde sadece ilk aşk yoktu,masumiyet vardı,temiz duygular vardı,bakmak ve görmek arasındaki koca bir fark vardı,ağaçlara olan aşk ,güneşin doğuşuna olan sevgi vardı.Julie'nin olgunluğu ,Bryce'ın geç fark etmesi ,gördüklerinin ötesini anlayamaması vardı,aynı olaya iki farklı bakış açısı vardı.Ve bence en önemlisi bu filmde ailelerin çocukların karakterini  nasıl etkiledikleri vardı.


Julie daha sevgi dolu,yapıcı ,özverili bir ailede yetişirken Bryce'ın en büyük şansı sadece büyük babasıydı sanırım.Mesela Bryce'a söylediği sözler bir harikaydı.

''Dürüstlük,gerektiği anda zor gelebilir ama ızdıraptan kurtarır.''

''Kimilerimiz soluk,kimilerimiz parlak,kimilerimiz ise ışıl ışıldır.Ama çok nadiren rengarenk birisiyle karşılaşırsın.Ve işte o zaman hiçbir şeyle kıyaslanamaz.''


Filmin en sevdiğim ,yüzümü güldüren repliklerinden biri de buydu.

Daha ne söyleyebilirim ki anlattım da anlattım.
Basit hayatların sıradan sıcak hikayelerini seviyorum ben.Siz de benim gibi düşünüyorsanız seversiniz  ve yüzünüze koca bir gülümseme yayılınca neden bitti ki dersiniz eminim.

Keyifli seyirler...




6 Ağustos 2015 Perşembe

Gizli Cennet- Akyaka...

Koca bir yıl çalışıp bir hafta yaptığımız tatilleri bir yıl anlatıp  duruyoruz değil mi.Sanki koca yaz o bir haftanın içine sığıyormuş,hayat o bir haftada daha bir yavaş akıyormuş gibi bir havaya  giriyoruz.Dinlenmek istiyoruz ama bir yandan da yeni yerler keşfetme dürtüsü ile yerimizde oturamıyoruz.İşte bizim için de bu yıl öyle oldu daha doğrusu öyle olacak şekilde planlandı.Önce aylar öncesinden hatta konaklama yerinden önce ucuz uçak bileti alındı,sonra otel ayarlaması yapıldı.Ve son olarak gideceğimiz- göreceğimiz yerler yavaş yavaş şekillendi ,nerde ne yapılır yazıldı çizildi,notlar alındı,tatil günü sabırsızlıkla beklenmeye başlandı.

Tatilimizin ilk durağı ve konaklama yerimiz Akyaka'ydı.Gidince insan yaptığı seçimin doğruluğu karşısında daha bir mutlu başlıyor tatile kesin bilgi.Nasıl anlatmalı bilmiyorum ama huzur desem Akyaka'yı en iyi özetleyen kelimeyi seçmiş olurum sanırım.İnsana iyi gelen,dinginlik veren,yormayan aksine dinlendirirken enerji veren doğa ile iç içe küçük şirin bir yer.İçinden geçen Azmak'ın buz gibi suyu veriyor sanırım o enerjiyi. 
 Akyaka'ya gidip Azmak da tekne turuna çıkmadan olmaz elbette.Suyun nasıl soğuk ve pırıl pırıl olduğunu görmek ve ördeklerle beraber gezmek için bu turlar olmazsa olmazı Akyaka'nın.
Bir de Azmak kenarındaki cafe-restorantlarda kahvaltı yapmalı diye not almıştım ama kahvaltı yapmak kısmet olmadı.Biz de bir akşam yemek için gittik ve benim kaygısızlar yine aynı kaygısızlıkları ile eşlik ettiler yemeğimize özellikle ekmeğimize:)

 Akyaka'nın mimari açıdan güzelliği zaten dillere destan.Seçme nedenlerimizden biri de betondan sıkılmış bünyeyi bu güzel evler ile şımartmaktı.

 

Sıra geldi Akyaka'ya yakın plajlara.
Bu konuda da Akyaka insanı hüsrana uğratmıyor.Merkeze yakın Çınar Plajı (3 km ) ve Akbük Koyu ile yeşil ve maviden oluşan cennet köşeler sunuyor.Her iki plaj da birbirinden güzel pırıl pırıl suları ve etrafını saran çam ağaçları ile huzur veriyor insana.
-Çınar Plajı-

Çınar Plajının en güzel yanı ve beni kendine aşık eden tarafı denize dökülen buz gibi bir Azmak'ın varlığıydı.Bu Azmak ki girdiğin zaman bir müddet kan dolaşımını durduruyor ama sonra alışıyorsun ve tekrar girerken buluyorsun kendini.Benim tercihim denizden sonra duş almak yerine Azmak'a girmek oldu.Gerçi duşun suyu da Azmak'tan geliyormuş kaçış yok yani:)

 
 

Akbük Koyu'na ise Çınar Plajı'na gidilen yolun devamından ulaşılıyor ve merkeze uzaklığı 30 km.
Yol ormanın içinden geçiyor ve birbirinden güzel manzaralar sunuyor size.Çam gölgesi vurmuş denizin rengini nasıl anlatmalı bilmiyorum.Her kıvrımda ay burası harika durup fotoğraf çekeyim diye mırıldansam da zor ve tehlikeli olduğunu ( yoldan dolayı )bildiğim için arabanın camından çektiklerimle yetindim.

 Akbük'ün suyunun güzelliğini görünce ilk önce bir müddet sadece seyretmek geliyor insanın içinden.Nasıl pırıl pırıl nasıl güzel ...Bir yanınız suya atlamak isterken bir yanınız kimse girmesin kirlenmesin diyor.

 
Şimdi ben bu yazıyı yazarken çoğunuz Akbük'ün pırıl pırıl sularında serinliyor mis gibi havası ile dinleniyordur eminim.Onların fotoğraflarına baktıkça tekrar gitmek isteği gelip oturuyor içime.Kesinlikle tekrar gidilecek bir yer hem Akyaka hem de Akyaka'nın cennet koyları.Bir de unutmadan bu kadar sakinlik bana yeter akşamları da eğlenmek isterim derseniz Marmaris Akyaka arası sadece 30 dk.Bu yönüyle de çok cazip değil mi.Şehrin ışıltısına ulaşmak için yakın,gürültüsünden kaçmak için sanki uzak bir köşe.

Şimdi sıra tatilin diğer rotalarında.
İlk fırsatta yazmak dileğiyle.
Sevgiyle kalın.